EN’AM 124 |
وَإِذَا
جَاءتْهُمْ آيَةٌ
قَالُواْ
لَن
نُّؤْمِنَ
حَتَّى نُؤْتَى
مِثْلَ مَا
أُوتِيَ
رُسُلُ
اللّهِ اللّهُ أَعْلَمُ
حَيْثُ
يَجْعَلُ
رِسَالَتَهُ
سَيُصِيبُ
الَّذِينَ
أَجْرَمُواْ صَغَارٌ
عِندَ
اللّهِ
وَعَذَابٌ
شَدِيدٌ بِمَا
كَانُواْ
يَمْكُرُونَ |
124. Onlara bir ayet
gelse: "Allah'ın peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla
iman etmeyeceğiz" derler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir.
Yaptıkları hilekarlıklar yüzünden günahkar olanlara Allah katında bir küçüklük
ve şiddetli bir azap isabet edecektir.
Yüce Allah: "Onlara
bir ayet gelse ... iman etmeyeceğiz derler" buyruğu ile, onların bilgisizliklerinin
bir başka türlüsünü açıklamaktadır. Kasıt onların; Musa'ya ve İsa'ya peygamber
oldukları için verilen mucizelerin benzeri bize verilmedikçe asla iman
etmeyeceğiz, şeklindeki sözleridir. Bunun bir benzeri de şu buyrukta dile
getirilmektedir: "Hayır, onlardan herbirisi kendisine açılmış sahifeler
verilmesini ister ... " (el-Müddesir, 52)
"Onlara ...
gelse" buyruğundaki zamir, daha önce kendilerinden söz edilen ileri
gelenlere racidir. el-Velid b. el-Muğire şöyle demişti: Eğer peygamberlik gerçek
bir şeyolsaydı ben ona senden daha layıktım. Çünkü, hem yaşça senden daha
büyüğüm, hem de malım seninkinden çoktur. Ebu Cehil de şöyle demişti: Ona
geldiği şekilde bize de vahiy gelmedikçe asla ona razı olmayacak ve ona
ebediyyen uymayacağız. Bunun üzerine ayet-i kerime nazil oldu.
Şöyle de açıklanmıştır:
Onlar, peygamberliği istememişlerdi. Ama, Cebrail ve melekler bize gelip senin
doğru söylediğini haber vermedikçe biz de seni tasdik etmeyeceğiz demişlerdi.
Ancak, birinci görüş
daha sahihtir. Çünkü, Yüce Allah: "Allah, peygamberliğini kime vereceğini
çok iyi bilendir" diye buyurmaktadır. Yani, risaleti hususunda kimin
güvenilir olduğunu, kimin buna ehil olduğunu çok iyi bilir. Buradaki
"Kime" kelimesi zarf değildir. Aksine, kelimenin kullanımında bir
genişlik sağlanarak mef'ulü bihin nasb edildiği gibi, mansub bir isimdir. Yani
Allah, risaletine kimin ehil olduğunu en iyi bilendir. Bu buyruğun asıl anlamı
"Allah, risaletini vereceği yerleri en iyi bilendir," şeklindedir.
Daha sonra "be" edatı hazfedilmiştir. Diğer taraftan "En iyi
bilen" kelimesinin; "(...) lafzında amel etmesi ve bunun,
"nerede" anlamında zarf olması caiz değildir. Çünkü, o takdirde anlam
şöyle olur: Allah o yerde en iyi bilendir. Ancak, Şanı Yüce Allah'ın bu şekilde
vasfedilmesi caiz olamaz. Bu kelimenin aslı ise, "En iyi bilendir"in
kendisine delalet ettiği mahzuf bir fiil ile nasb mahallindedir. Ve
belirttiğimiz gibi bu kelime burada zarf edatı değil, bir isimdir.
"Küçüklük,"
zillet ve aşağılanmak, hoşa gitmeyen muameleye maruz kalmak demektir.
"Sad" harfi ötreli olarak (...) da bu anlamdadır. Mastarı ise, (...)
şeklinde gelir. Bu kelime, asıl itibariyle büyüklüğün sözkonusu olmadığı (...):
Küçüklükden gelmektedir. Sanki, zillet kişiye bizzat kendisini dahi küçük gösterir.
Bunun asıl anlamının zillete razı olmak demek olan; (...)'den geldiği de
söylenmiştir. Bu mastardan mazi fiilde "ğayn" harfi üstün, muzaride
de ötreli olarak kullanılır. Mazisinde "ğayn" harfi esreli,
muzariinde üstün olarak kullanıldığı da olur. İsm-i faili ise, (...) şeklinde
gelir. (...), küçüklüğe, zillete razı olan kişi anlamındadır. (...) da küçük
olmak, küçüklük demektir. (...); bitkisi uzamayan arazi demektir. Bu
açıklamalar İbn es-Sikkit'den nakledilmiştir.
"Allah
katında" anlamındaki; (...) buyruğu, (...) Allah katından anlamında olup,
cer harfi hazfedilmiştir. İfadede takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir. Yani:
Allah'a karşı büyüklük taslayanlara küçüklük isabet edecektir. el-ferra: Günah
işleyenlere Allah'tan gönderilen bir küçüklük, zillet isabet edecektir, diye
açıklamıştır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yani, günahkar kimselere, Allah katında sabit ve değişmez olan bir küçüklük
isabet edecektir. en-Nehhas der ki: Bu, bu konudaki açıklamaların en güzelidir.
Çünkü bu açıklamaya göre" "Katında" kelimesi, yerli yerince
(hakikat manasına) kullanılmıştır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN